15 Mayıs 2010 Cumartesi

2010 NBA Playoff Conference Finals

Sanırım son zamanların en sıkıcı yarı final eşleşmeleri oldu. Yarı final eşleşmelerinde 3 takım rakibini süpürürken en heyecanlı geçmesi beklenen eşleşmede finale yükselen taraf Kelt'ler oldu. Öncelikle şunu söylemeliyim ki yarı final eşleşmeleri tahminlerime bakarsanız 1. tura göre nasıl çuvalladığımı görürsünüz. Kim bilebilirdi ki Phoenix Suns'ın San Antonio'yu sürklase edeceğini? Atlanta'nın 10 sayıdan az farkla maç bitiremeden Magic tarafından süpürüleceğini? Büyük bir süpriz yapıp Denver'ı 4-2 ile saf dışı bırakan Memo'suz Jazz'ın Lakers karşısında dut yemiş bülbüle döneceğini? Ve kim bilebilirdi King'in bu kadar silik oynayarak turu Celtics'e hediye edeceğini... Uzun uzadıya doğu finalini ve batı finalini incelemeyeceğim. Nasılsa oyuncular, takımlar, coachlar bu sene izleyenleri afallatmaya yemin etmişler. Los Angeles Lakers-Phoenix Suns eşleşmesinde bir anti Lakers'lı olarak Phoenix Suns'ı destekleyeceğim. 8-0'la finale çıkan Phoenix oldukça dinlenmiş durumda ama Lakers'la ne kadar baş edebilecekler göreceğiz. 4-2 Lakers diyorum. Diğer tarafta da Orlando Magic-Boston Celtics eşleşmesinde 7 maçlık bir seri görebiliriz diye düşünüyorum. Ama bunu ne zaman desem 4-0'lık 4-1'lik sönük seriler geçti. Doğuda da 4-2 Orlando Magic diyorum. Final eşleşmeleri belli olduktan sonra tekrar dönüp bakarız bu yazıya. Son olarak eklemek istediğim şey şudur; Löbrön her fırsatta Majestelerine olan hayranlığını açıklıyor ve seneye Jordan'a saygısından dolayı 23 numaralı formayı giymeyeceğini söyledi. Bu eşleşmeden sonra hiç kimse James'in Cleveland'da kalacağını düşünmüyor. Öne çıkan iki şehir New York ve Chicago. Gelsin Kral'lığına Chicago topraklarında devam etsin. Özlemle bekliyoruz King'i...

FA Cup Final | Chelsea-Portsmouth

Bu harika maçla ilgili bir iki şey karalamasam olmazdı. Maç öncesinde haftasonunda şampiyonluğunu ilan etmiş bir Chelsea ile ligi son sırada bitiren ve büyük bir maddi dar boğazın içine giren Portsmouth'un mücadelesinde herkesin favorisi Chelsea idi. Maç da beklenildiği gibi başladı. Chelsea sağlı sollu gelirken uzaktan şutlarla da gol aradılar. Carlo Ancelotti'nin taktiği tıkır tıkır işliyordu ancak hesaba katmadığı bir şey vardı. Direkler... İlk yarı boyunca Chelsea'nin 5 pozisyonda topu direkten döndü. Portsmouth da bir pozisyonda altı pas içinden topu Cech'e nişanlayınca ilk yarı şaka gibi 0-0 sona erdi. Direklerden başka ilk yarı ile akılda kalan pozisyon Boateng'in Dünya Kupası öncesi Almanların en önemli oyuncularından biri olan Ballack'a yaptığı sert faul oldu. Ballack pozisyondan sonra ayağa kalkıp yürüyerek kenara gelse de devreyi tamamlayamadan yedek kulübesinin yolunu tuttu. Bu pozsiyonda Boateng'e çıkan kartın renginin sarı olması da maçta yaşanılacak dramatik olayların habercisiydi.

İkinci yarıya daha derli toplu başlayan takım Portsmouth oldu ve sakatlanan Ballack'ın yerine oyuna giren Belletti'nin ceza sahası içinde Dindane'a yaptığı harekette hakem penaltı noktasını gösterdi. Herkes Portsmouth'un öne geçip kapanacağını düşünürken topun başına geçen Boateng çok kötü bir vuruşla topu Cech'e teslim etti. Bundan 2 dakika sonra Chelsea, Drogba topla içeri süzülürken yerde kaldı ve serbest atış kazandı. Drogba atışı kendi kullandı ve fotoğrafta gördüğünüz harika vuruşla James'i mağlup etti. Gol olurken topun yine direğe çarpması ama bu kez içeri girmesi günün ilginçliklerinin devam edeceğine haber oldu. Ballack'ın tutan ahı sonrası Boateng oyundan iyice düştü ve o dakikadan sonra resmen Portsmouth 10 kişi oynadı ta ki 79. dakikada oyuna Kanu'nun girmesine kadar. Bu değişiklik de Portsmouth'u ayaklandıramadı. Moraller o kadar bozuk, inanç o kadar bitmişti ki topu ileri şişiremediler bile. 88. dakikada Lampard yürüyerek adam geçerken ceza sahası içinde yerde kaldı. Bu kez penaltıyı kullanan Chelsea cephesinde Lampard oldu. O da topu dışarı attı. Maç da 5 direk, 2 kaçan penaltı, 1 sakatlanan Ballack ile birlikte 1-0 bitti. Chelsea, tarihinde ilk kez Carlo Ancelotti gibi hiç beğenmediğim bir teknik direktörle sezonu duble yaparak tamamladı. Chelsea'li oyuncular, Ancelotti ve tabi ki de Abramovich sevinirken Almanya teknik direktörü Joachim Löw telefon başında kaptanı Ballack'ın durumunu öğrenmeye çalışıyordur. Bu da futbolun cilvesi olsa gerek...

Two and a Half Men

Samuray'ın aylar önce "mutlaka izle" önerisi altında verdiği dizide açıkçası Amerika'da 7. sezonun oynanıyor olmasından dolayı gözüp korkmuş ve izlemeyi ertelemiştim. Bundan yaklaşık 1-2 ay önce ise boş bir anımda izlemeye başladım ve dizi su gibi 3'er 4'er bölüm akıp gitmeye başladı. Dizide Charlie Harper rolünü oynayan Charlie Sheen'i zaten oldum olası sevmişimdir. Üstüne bir de dizinin ilk 2 sezonunda Jake Harper rolünü üstlenen Angus Jones'un sevimliliği eklenince zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Charlie Harper'ın evine tabir-i caizse "çöken" küçük kardeş Alan Harper (Jon Cryer) ise yüzsüzlükleriyle insana yok artık bu kadar da olmaz dedirtiyor. Her sezon 24'er bölüm ve 20'şer dakikalık halde yayınlanıyor. Bu da her sitcom'da olduğu gibi seyirciyi baymadığı gibi dizinin tadını damakta bırakıyor. An itibariyle 41 farklı ülke televizyonunda yayınlanan dizide Charlie Sheen'in bölüm başına 825,000 $ aldığını ve bu sezon sonunda anlaşması bittiğini, CBS yöneticilerinin yaptığı bölüm başına 1,000,000 $ teklifini ise ücreti düşük bulduğu için red ettiğini belirtelim. Eğer bir anlaşma sağlanamazsa son zamanlardaki dizi lanetim devam edecek ve Two and a Half Men de 7. sezon sonunda ekrana veda edecek gibi duruyor.

dipnot: diğer dizi lanetlerim için; Dexter'da Dexter Morgan'ı oynayan Micheal Carlisle Hall'un kanser olması, Spartacus : Blood and Sand'de Spartacus'u oynayan Andy Whitfield'in kanser olması, Flashforward'ın "V" ile girdiği rating yarışmasında geride kaldığı için kanal yapımcıları tarafından sözleşme uzatılmayacağı ve dizinin 1. sezon sonunda bitirileceği gibi bir çok lanet...

14 Mayıs 2010 Cuma

Dilbert

Kimi zaman eski oyunları yükleyip 1-2 kere oynamayı, çocukluğuma dönmeyi, nostalji yapmayı severim. World Cup 98, Cadillacs&Dinasours, Goal 3 gibi oyunların setup'ları hala bilgisayarımda durur. İşte yine öyle bir nostalji gününde aklıma "Dilbert Desktop Games" diye oynadığım ve demo sürümü olan oyun geldi. Oynadığımda baya küçüktüm. Oyunu aradım taradım full halini bulamadım. Lakin torrentleech gibi bir hazinede bulamadığım veriyi, isohunt'ta buldum. 2 sezon Dilbert dizisi. IMDB'de hali hazırda 8.0 rating almış durumda. http://www.imdb.com/title/tt0118984/ Dilbert'tan kısaca bahsetmek gerekirse; Scott Adams tarafından 1989'dan bu yana çizilmeye devam eden bir çizgi seridir. Dilbert'ı isim olarak bilmeyenler çoğunlukta olsa da, gazetelerin ekonomi sayfalarında en azından gözünüze 1-2 kez çarpmıştır. Kendisi bir elektronik mühendisi olan Dilbert, über akıllı köpeği Dogbert, Dilbert'ın iş yerindeki arkadaşları ve patronu arasında geçen mini bir diziciği denk gelmeniz halinde izlemenizi öneriyorum. Sana puanım dokhuz ganka deyip meraklılarına Scott Adams ve Dilbert üzerine olan blog'u takdim ediyorum... İyi seyirler.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Fulham İçin Yolun Sonu

Peri masalı hikayesi İngiltere'nin siyah-beyazlıları için çok dramatik bitti. Önce 3-1'in rövanşında harika bir oyunla Juventus'u elediler. Daha sonra Şampiyonlar Ligi'nde Beşiktaş'ın da olduğu grupta 3. olarak Avrupa Ligi'ne kalan Wolfsburg'u geçtiler. Yarı finalde ben de dahil yine kimse şans tanımazken, finalde ev sahibi olmanın avantajını kullanabilecek Hamburg'u elediler ve finale kadar geldiler. Rakipte Aguero, Forlan, Simao gibi skoru her an değiştirebilecek kaliteli isimler varken Fulham kaptan Murphy önderliğinde direndi. 1-0 geriye düştükten 5 dakika sonra Simon Davies'in şık golüyle eşitliği yakaladı ve daha sonra "vatan millet Londra"yı oynadılar. Topun arkasında kalıp takım halinde defans yaptılar ve etkili isimleri Mourinho'nun Barcelona eşleşmesinde yaptığı gibi kitlediler. Maç uzatmalara gitti, o dakikadan sonra kim gol yese ona yazık olacaktı. Hakemlerin yardımıyla finale kadar gelen Atletico Madrid'in işi bu sefer hakemlere kalmadan halloldu. Aguero'nun harika zamanlamalı pasında ön direğe koşu yapan Forlan kendisinin 2. golünü attığında dakikalar 116'ydı. Sonraki kalan kısıtlı sürede skor değişmeyince İngiltere'nin siyah-beyazlılarına yazık oldu. Avrupa Ligi'nde perde Atletico Madrid'in şampiyonluğuyla indi. Şimdi gözler Madrid'de oynanacak Şampiyonlar Ligi Finali'nde...

11 Mayıs 2010 Salı

Inked #7

Akira

Uzak doğu sinemasından sonra çok sevdiğim ve televizyonda denk geldikçe izlediğim çizgi film olayına da el atayım dedim. Çekik gözlüler bunlar "anime" diyorlar. Aslında bizim kuşak animelere pek de yabancı değil. Show TV'de yayınlanan Slam Dunk, Kanal D'de yayınlanan Tsubasa, Digimon, Yu-Gi-Oh, He-Man, ATV'de yayınlanan Pokemon gibi animelere en azından biraz çizgi dizi seven kimseler aşinadır.

Bilgisayardan seyir olayına giriş yaptığım anime ise Akira oldu. Akira, bizim çizgi roman dediğimiz, Japonların manga dediği kitaptan televizyona aktarılmış bir anime. Katsuhiro Otomo'nun 2160 sayfalık mangası 1988'de yapılmış. İnsan filmi izledikten sonra ve o zamanın şartlarını düşündükten sonra koca bir "oha" diyor. Kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; hikaye Japonya üzerinde patlayan yeni bir tür bombayla başlayan 3. Dünya Savaşı'ndan 38 yıl sonrasını konu alıyor. Neo-Tokyo'da motorlarıyla gezen Tetsuo, Kaneda ve arkadaşları gizli yürütülen bir projeyi ortaya çıkarıyorlar ve olaylar gelişiyor. Gerek konusu, gerek çizimler, gerek vahşet içeren sahneler hele hele 88'in şartları ele alındığında harika bir hal alıyor. Harika bir bilim kurgu türünde anime olarak arşivimde yerini aldı. IMDB'de 7.9 almış. http://www.imdb.com/title/tt0094625/ Yaklaşık 60 GB'lık bir anime arşivine sahip oldum son günlerde, okul bittiği an yüklenmeyi düşünüyorum ama şimdiden yavaş yavaş da başlayabilirim dizilere. Önerebileceği anime olan varsa, kesin bunu izle pişman olmazsın diyen varsa not bıraksın lütfen...

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Rajon Rondo

Dün Keltlerin, Cavs'i 97-87 yenip seride durumu 2-2 ye getirdiği karşılaşmada Big Three (Paul Pierce, Kevin Garnett, Ray Allen) yerine sahne alan bir isim vardı. Yaptığı istatistikler, özellikle asistler oldukça büyük bir kesim tarafından "o 3 isme topu versen zaten asist oluyor yæ" şeklinde eleştirilen Rondo, bu sene orta mesafe şutunu da geçtiğimiz yıllara göre ilerletti. Zaten maç içinde Doc Rivers da Rondo'nun çalışkanlığından ve hırsından bahsetmişti. R.R dün geceyi 29 sayı, 18 (!) ribaund, 13 asist, 2 top çalma ile tamamladı. Yaptığı istatistiklerin ne kadar inanılmaz olduğunu anlatmak için iki detay yeterli olacaktır. İlk 5'in diğer 4 ismi Pierce, Allen, Garnett ve Perkins toplamda 16 ribaund alırken, Rondo 18 ribaund çekti. Bir diğer etkileyici detay da NBA playoff tarihinde en etkileyici 3. performansı başarmış olması. Daha önce Oscar Robertson 32 sayı, 19 ribaund, 13 asist ve Wilt Chamberlain 29 sayı, 36 ribaund, 13 asist ile playofflara damgasını vurmuşlar. Daha fazla veriye gerek yok herhalde. Yine de finale Cavs'i yakın görüyorum. Serinin 5. maçında Löbrön yaratığı çılgın atacaktır. Heyecanla takip ediyoruz...