13 Şubat 2010 Cumartesi

Gaziantepspor - Beşiktaş

Sezon başından beri ilk defa tam anlamıyla 4-4'lük bi kadroyla çıktığımız bir deplasman oldu. Sakatları cezalıları formsuzları falan çıkardığımızda çıkabilecek en ideal kadroydu ve o ideal kadro koca maç Holosko'nun kendi gitmek yerine Bobo'ya indirdiği pozisyon dışında pozisyon üretemedi. Tüm Beşiktaşlılar haftalarca İsmail, İsmail diye tabir-i caizse götünü yırttı. İsmail sağolsun adım atacak durumda değildi. Bindirme yapamadı, pas veremedi, şut çekemedi, İbrahim Üzülmez'den daha kötü orta yaptı. Varın gerisini siz düşünün. İkinci yarıda da yerini telefon kulübesinde çalım atma yetisinde sahip olan Yusuf'a bıraktı. Oyunsal bazda değişen birşey olmadığı gibi Gaziantep Demirörenspor 2. golü bulunca maçın kalan dakikaları işkence haline dönüştü. Defansif forvet Nobre'nin kaçırdığı 2 pozisyon var ki o pozisyonları gördükçe Bobo'ya sallayanlara ben daha fazla salladım. Bu adam Beşiktaş'ta dünya futbol tarihinde henüz belirlenmeyen bir mevkide oynuyor. Santrafor ama sürekli Fink'in, Ernst'in mevkisinde. Paşa çocuğu ordan top dağıtıyor kaval kemiği paslarıyla. Bu deplasmanda bitmiş Nihat'ı izlememek en azından iyi oldu ama Nobre, Nihat'ın açıklarını kapadı. Geçen hafta güzel bir oyunla alınan galibiyet ve rakiplerin tümünün puan kaybetmesi bu haftaki yenilgiyle nötrlenmiş oldu. Haftaya Ferrari muhtemelen sahada olur. Göbekten gol yiyeceğimizi sanmıyorum ama kanatlar son ses alarm vermeye devam ediyor. Maçın yıldızı da 2 gol yiyen ama uzaydan gelen toplarda bu kez başarılı olan Rüştü'ydü bence. Aman başkan, canım başkan, seneye 97 milyon euro'ya Julio Sezar'ı al bize başkan... Son söz de Nobre'ye; halı sahada adam eksik olsa çağırmam seni sütoğlan...



Ne zaman şampiyonluk diye bağırsak
Kursağımızda kalıyor

Söylesene bize hoca

Takım niye oynamıyor...

12 Şubat 2010 Cuma

Emilie de Ravin

Dünya dışı güzellikler serisi vol. 7



Igor Rakocevic İçin Yolun Sonu

Çok yaşa dediğim bir gün yaşamıyor. Son 3 senede 2 kez Euroleague sayı kralı olan Igor Rakocevic geldiğinde ben de çok sevinmiş ve hatta bir maçından sonra blog'a şöyle bir not düşmüştüm. Bu sene kurulan Türkiye liginin Dream team'iyle (Shumpert, Nachbar, Thornton, Santiago, Rakocevic, Smith, Popovic, Kasun gibi oyuncuların yanına Sinan, Kerem, Ermal, Kaya gibi oyuncular) en azından özlenen Final-four'un geleceğini düşünüyordum. Yapılan onca pahalı transfere onca yatırıma rağmen Efes bas bas bağırıyordu huzursuzum diye. Önce Nachbar Sloven basınına Ergin Ataman'ı şikayet etti, sonra Rakocevic basın önünde Ataman'ı eleştirdi. Kariyerinde en ufak bir terbiyesizliği olmayan Rakocevic dün sonuna Ergin Ataman'a da, kurduğu ya da daha doğrusu kuramadığı rotasyona isyan etti. Dün İsrail deplasmanında Maccabi Tel Aviv karşısında Efes Pilsen sadece 10 sayıyla yenilmekle kalmadı, ligimizden bir yıldız oyuncunun bir superstar'ın da son maçını izlememizi sağladı. Rakocevic kötü bir oyunla köşeye geldikten sonra Ergin Ataman Rakocevic'in yanına gidip tepki gösterdi. Ve sabır taşı çatladı. Aynı desibelde karşılık verdi Rakocevic ve ayağa kalkıp horoz dövüşünü andıran sahnelere imza attı bu ikili. O sırada Efes Pilsen yanlış hatırlamıyorsam 2-3 civarında öndeydi, o olaydan sonra benchteki oyuncular da, sahadaki oyuncular da demoralize oldu ve fark 10'a kadar çıktı gitti. Bugün basına açıklama yapan Ergin Ataman yönetime rapor verdiğini, zaten kadrolarında bir oyuncunun fazla olduğunu ve bundan sonra Rakocevic'in kadroda kendine çok zor yer bulacağını ama yine de son kararın yönetimde olduğunu söyledi. Bu demeç de işi resmiyete dökmese de sonucu açıkça belli ediyor. Rakocevic için yolun sonu demek. Şöyle bir adamı kullanamamak Ergin Ataman'ın olduğu kadar Efes Pilsen yönetiminin de bir suçu. Bu kadar yıldız oyuncu alıp bir hafta sen tribüne çık, bir hafta sen tribüne çık demekle hiçbir oyuncu kazanılamazdı. Ve kazanılamadı da zaten. İlk firar Rakocevic'den geldi. Santiago ya da Nachbar'dan da böyle bir hamle yakın zamanda bekliyorum. Efes Pilsen'in şu andaki durumu; Ferrari'ye sahip olup şöförlüğünü dolmuş şöförüne yaptırmaya benziyor. Engin Özerhun kafasını duvardan duvara vuruyordur. Zira Tuncay Özilhan da...

fotoğraf için : http://maliano.blogspot.com'a teşekkürler...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Mc Donald's Ads.

Kim ne derse desin Mc. Donald's bu işi biliyor. 1993'teki Superbowl maçının devre arasında dönemin efsane basketbolcuları Larry Bird ve Michael Jordan'ı kullanarak harika bir reklam yapmışlardı. Bu sezon için LeBron James'in Mc. Donald's ile sponsorluk anlaşması imzaladığı basına yansıyınca herkes LeBron'un reklamdaki rolünü ve reklamın detaylarını merak ediyordu. Bu seneki Indianapolis Colts ve New Orleans Saints arasındaki Superbowl'un devre arasında reklamı yayınlayarak yine turnayı gözünden vurdular. Zira karşılaşmadan sonra açıklanan rakamlar sadece Amerika'da ekran başında 106,5 milyon kişinin maçı takip ettiğini söylüyordu. Adamlar ürünü pazarlamayı biliyor. Bakalım BK bu atağa nasıl bir cevap verecek..? İşte söz konusu reklamlar;




1993 - Larry Bird vs Michael Jordan



2010 - LeBron James vs Dwight Howard

9 Şubat 2010 Salı

Mix Kraker


Biri hariç sevdiğim tüm kraker türleri bir pakette. Ah bir de ETİ'nin pizza kraker'i de olsaydı tam yeme de yanında yat modeli olacaktı. Markette orda burda görürseniz alın, sütle, çayla, kahveyle falan iyi gidiyor. Afiyet olsun...

NTV & NTV Spor

Sonunda bloklar arası geçişten, Hakan Şükür tipi çağdaş santrafordan, kolektif uyumdan, hücum varyasyonundan, gol sonrası of of of of oooofff'lardan kurtulduk. NTV, Milli takımın Euro 2012 ve DK 2014 eleme maçlarının yayın haklarını aldı. Anlaşma ile kasadan 28 milyon 150 bin dolar, vergileri ile birlikte 33 milyon 217 bin dolar çıkacak. Şöyle bi maliyet analizi yaparsak Euro 2012 grup maçları toplam 5 maç, DK grupları daha belli değil, onda da 6 takımlı gruba düştüğümüzü farzedelim. Onda da 5 maç. Maksimum 10 maç, maç başı 3,3 milyon dolar. Digiturk vergiler dahil toplam 4 yıl için 1 milyar 968 milyon dolar ödeyecek. Haftada minimum 4 maç yayınlasa 4 yılda 544 maç yapar. O da maç başına 3,6 milyon dolara geliyor. Yayın hakları için Digiturk'ün hatrı sayılır bi meblağyı da müşterilerinden aldığını düşünürsek NTV'nin bi yerde hata yaptığını görüyüroruz. Neyse sonuç olarak bizi ATV ve TRT işkencesinden kurtardıkları için teşekkürler. Ama acilen o Türkiye'nin en iyi spor servisine yakışmayan görüntü kalitesine önem vermeleri lazım. TRT'de bile daha iyi oluyor maç yayınları. Bi Trömsö maçını falan hatırlıyorum da, 320x240 çözünürlükte maç izliyorum zannetmiştim. Dediğim gibi görüntü kalitesine de çözüm bulurlarsa kaymaklı ekmek kadayıfı olacak...

7 Şubat 2010 Pazar

Lokum Gibi Kura

Yazıya Türk basını klişesiyle başlayayım dedim. 2012 Avrupa Şampiyonası kuraları çekildi. Polonya ve Ukrayna'nın ortaklaşa düzenleyeceği turnuvada şanslı bir kura çektiğimizi söyleyebilirim. Grubumuzda Almanya, Avusturya, Belçika, Kazakistan ve Azerbaycan var. Hiç bir deplasmanda sıkıntı çekmeyeceğimiz ve özellikle Almanya'da kendi evimizde oynar gibi oynayacağımız kesin. Kazakistan ve Azerbaycan ile hangi hava ve saha şartlarında oynayacağımız önemli. Her turnuvaya playoff'tan katılmayı ilke edindiğimiz gibi bunda da öyle bir ilke peşinde koşmak istemiyorsak Almanya'dan 4 puan, en kötü 3 puan almalıyız. Belçika kolay gibi gözükse de arkadan sağlam bir jenerasyon geliyor. Dikkat etmek lazım. Letonya, Moldova gibi garip ülkelere puan kaybetmeyi sevdiğimizden Kazakistan ve Azerbaycan deplasmanlarına da dikkat çekmek lazım diyorum. Sonuç olarak beni memnun eden bir kura oldu. Bir de artık Hiddink'in geldiği açıklansa da arkamıza yaslanarak oynayacağımız maçların tadını çıkarsak. Umarım geç kalmamışızdır...

İngiltere, İsviçre, Bulgaristan, Galler, Sırbistan - Fransa, Romanya, Bosna Hersek, Belarus, Arnavutluk, Luksemburg ve İspanya, Çek Cumhuriyeti, İskoçya, Litvanya, Liechtenstein grupları da oldukça sert gruplar oldu. Umarım 2012'de yer alırız. Şimdiden kolay gelsin...