21 Şubat 2010 Pazar

Beşiktaş - Galatasaray

Maç öncesi yazımda şöyle bir cümle kullanmıştım. "Söz konusu derbi ve Mustafa Denizli olunca ilk 11'de en az 2 tavşan olur." Sağolsun Çeşmeli Mustafa beni yanıltmadı. 20 haftadır sağ bekte oynayan Ekrem Dağ sol açıkta, 20 haftadır kulübede oturan Nobre ileride tek santrafor başladı. Fink'i sağ beke kaydırıp İbrahim Toraman'ı da orta sahaya çekmesini bekledim ama o kadar Beşiktaşlı'nın kalbiyle oynamak istemedi heralde Mustafa Denizli.

İlk yarıda oldukça etkili bir oyun oynadık hem defansif hem ofansif anlamda. Galatasaray resmen boğuldu. İlk yarıda Holosko'ya, Nobre'yle harcadığımız pozisyonlar var. Hele 39. dakikada Holosko'nun kafasında Leo Franco Dhalsim genleriyle uzayıp topu çizgi üzerinde kontrol etti ki ben dahil tüm Beşiktaşlılar gol diye ayağa kalkmıştık bile. Nerede son 2 maçtaki Franco nerede sezon başından beri oynayan Franco. İlk yarıda böyle etkili bir oyun oynadıktan sonra ikinci yarıda gol beklerken takım sahaya kendini bilmez bir şekilde çıktı. Sanırım pilimiz bitti. Defansif anlamda pozisyon vermesek de hücumda da üretkenlimiz bitmişti. O sırada oyuna Holosko-Bobo ve Nobre-Nihat değişikleriyle 2 taze kan girdi. Nihat yine sezon başından beri bildiğimiz gibiydi. Etliye sütlüye karışmadı. Eski açığın arkasında Dolmabahçe Sarayı önündeki askerleri vurduktan sonra pası veren arkadaşına "çok iyi pas" şeklindeki hareketlerine devam etti. Bobo bu senenin en etkisiz performansını uyguladı. Hücumda top tutamadıkça geriye yaslandık. Galatasaray'ın hücum yapmaya niyeti yokken resmen tahrik ettik. Sivok'un bireysel hatasıyla 67 dakika hiçbir şey yapmayan Arda araya girip yakın köşeye topu bıraktı. Rüştü uzaydan gol yeme alışkanlığına ara verse de bu tıngır mıngır giden topu izlemekle yetindi. Golden sonra silkelendik. Tekrar hücumda gözükmeye başladık. 82. dakikada Tello'nun ortasında ilk golde takıma golü yediren Sivok defansın hatasını karambolde değerlendirerek skora eşitliği getirdi. Golden sonra yüklensek de ikinci golü atmak için ne gücümüz vardı ne de pozisyonumuz. Bu maçta da puan kaybederek yolumuza devam ettik.

Mustafa Denizli maçtan sonra suratındaki Joker gülümsemesiyle "Eki eki. Puan durumunda değişiklik yok. Haftaya başladığımız yerdeyiz. Rakibimizle oynadık. Şimdi diğer rakiplerimiz birbiriyle oynarken biz faydalanmaya çalışacağız" tarzında beni şaşkınlıklara gark etmeye devam etti. Şu anda 39 puandayız. Geçen sene 71 puanla şampiyon olmuştuk. Alınacak 36 puan var ve bizim geçen seneki performansımızın devamı için maksimum 4 puan kaybetme lüksümüz kaldı. Haftaya ligin açık ara en pislik futbol oynayan takımıyla Kayseri'de oynamaya gidiyoruz. İşimiz çok zor. Hele hele bir de ilk golü yersek kalan dakikalarda toplam 5 dakika top oyunda kalır. O yüzden ne yapıp edip sabırlı oyunla 1-0 da olsa galip gelmeliyiz. Zira bu maçtan sonra CL bileti de gitti. UEFA yolunda rakibimiz Kayserispor ve Bursaspor. Arkadan da Trabzonspor geliyor. Kazanacağımız maksimum puanla ligi ilk 3 içinde bitirip seneye Mustafa Denizli'siz yeni bir sayfa açmanın çoktan zamanı geldi. Elimizde olan mevcut 10 yabancıyla bakalım transfer sezonunda ne gibi atraksiyonlar yaratacağız...

Bir dip not da Fırat Aydınus'a; hay Çarşı'da fotoğrafların çekilmez olaydı. Hay Beşiktaşlı olmaz olaydın Aydınus. Her maç "bakın ben Beşiktaşlı değilim, her takıma eşit mesafedeyim" imajı yaratmak için anamızı ağlatıyorsun. Bünyamin Gezer yönetsin, Bülent Demirlek yönetsin, Selçuk Dereli yönetsin. Hâtta Cem Papila yönetsin ama sen yönetme. Yapma...

ASLOLAN HAYATTIR, HAYAT DA BEŞİKTAŞ...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Tam anlamıyla aklımdan geçenleri yazıya aktarmışsınız doğru tesbitler.